VERGİ KANUNLARI İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİNE İLİŞKİN HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ ORTAK GÖRÜŞ ve TALEPLERİ
Plan ve bütçe komisyonunda görüşülmekte olan “Vergi Kanunları ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” hakkında HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ ortak metni;
VERGİ KANUNLARI İLE
BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİNE İLİŞKİN
HAK-İŞ ve TÜRK-İŞ ORTAK
GÖRÜŞ ve TALEPLERİ
18 Temmuz 2024
İki
İşçi Konfederasyonu olarak, tüm dünyada yaşanan savaşların, yoksulluğun ve açlığın
temelinde küresel düzeyde yaşanan gelir eşitsizliği olduğuna inanıyoruz.
2022
yılında yayımlanan Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre; dünyadaki tüm gelirin
%52’si en yüksek gelir grubundaki %10’luk kesim tarafından paylaşılırken buna
karşılık toplam nüfusun %52’si toplam gelirin yalnızca %8,5’ini almaktadır.
Dünyadaki
en yüksek gelir grubundaki %10’luk kesim ise toplam servetin %70’ine sahipken,
en yoksul %50’lik nüfus toplam servetin yalnızca %2’sine sahiptir.
Ülkemize
baktığımızda durumun küresel düzeyin çok daha ilerisinde olumsuz olduğunu
görmekteyiz. Dünyada gelir eşitsizliği bakımından, OECD rakamlarına göre
ülkemiz, Meksika, Şili ve Kosta Rika’dan sonra 4. sırada yer almaktadır. Bu durum
küresel düzeydeki eşitsizliği en derin ve en katı yaşayan 4. ülke olduğumuz
gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu
nedenle ülkemizde gelir eşitsizliğini dengeleyecek adil bir vergi sistemi ile
bütüncül sosyal politikalara acil bir şekilde ihtiyaç duyulmaktadır.
Mevcut
vergi sisteminde, özellikle gelir vergisi yükünün ücretler ve ticari kazançlara
aktarıldığı, servet ve mali servetler üzerindeki vergi yükünün ise minimum
düzeylerde tutulduğu görülmektedir. Mevcut gelir ve servet eşitsizliğinin
giderilmesi bakımından, daha adil bir vergi sistemine geçişin zorunlu olduğunu
düşünüyoruz. Özellikle ücret üzerindeki vergi yükünün, vergi oranlarında ve
vergi dilimlerindeki düzeltmelerle servet ve mali servetler üzerine
aktarılmasını, vergilendirme politikalarında aile yükümlülüklerinin dikkate
alınarak vergi matrahlarının ve vergi oranlarının belirlenmesinin daha adil bir
yöntem olacağına inanıyoruz.
Gelir,
refah ve büyümenin adil bir şekilde paylaşılmasını savunuyoruz. Ancak milli
gelirin oluşmasında en büyük katkıyı veren emek kesiminin payının her geçen gün
azaldığına tanık oluyoruz. Ortaya çıkan gayri safi milli hasıladan ücretlilerin
aldığı oranlara baktığımızda, OECD ortalamasının %55, AB ortalamasının da %65
civarında olduğunu görüyoruz. Ancak ülkemizde gerçekleşen milli hasılanın
yalnızca %30 civarı ücret gelirlerinden oluşmaktadır. Buna göre refahın
paylaşımında büyük bir adaletsizlik olduğu ortadadır.
Çalışanların
yarısına yakınının asgari ücretle çalıştığı, asgari ücretin açlık sınırının
dahi altında hesaplandığı, kayıtlı istihdamın yalnızca %9’unun bir toplu iş
sözleşmesinden faydalandığı dikkate alınırsa bu adaletsiz dağılım beklenen bir
sonuçtur. Oysa Avrupa ülkelerinde bu oranlara bakıldığında, çalışanların
yalnızca %10’nun asgari ücretle çalıştığı ve bir toplu iş sözleşmesinden faydalanan
çalışanların ortalama %80 düzeylerinde olduğu görülmektedir.
Bu
nedenle sendikal hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, adil bir vergi sisteminin
yanı sıra refahın adil paylaşımı için de bir zorunluluktur.
İşçi
Konfederasyonları olarak 9 Temmuz 2024 tarihinde “insan onuruna yaraşır bir
yaşam talep ediyoruz” başlığı ile yapmış olduğumuz ortak açıklamada başta vergi
düzenlemeleri olmak üzere emek kesiminin en acil taleplerini kamuoyu ile
paylaşmıştık. Ancak TBMM’ne sunulan yeni vergi kanun teklifinde bu
taleplerimizin ne yazık ki yer almadığını görmekteyiz.
Bu
kapsamda komisyona sunulan kanun teklifine ilişkin görüşlerimiz şu şekildedir:
Vergi dilimlerinde
adalet sağlanmalıdır.
Ücretlerin
vergilendirilmesinde mevcut tarife ve artan oranlar çalışanları mağdur
etmektedir. Ücretliler için düzenlenen gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi
2024 yılı için 110 bin TL olarak belirlenmiştir. 2002 yılında gelir vergisi
tarifesinin ilk basamağı asgari ücretin 17 katıyken, günümüzde ise 5,5 katına
kadar gerilemiştir. Geçmiş yıllarda yılın son aylarına kadar ikinci vergi
dilimine girmeyen birçok işçi, günümüzde Mart ayında ikinci vergi dilimine
girmekte, yılda yaklaşık bir buçuk aylık ücretini fazladan vergi olarak
ödemektedir.
Asgari ücret vergi
istisnası, vergi matrahına dahil edilmemelidir.
2022
yılında asgari ücret gelir ve damga vergisi istisnası kapsamına alınırken vergi
dışı tutulan bu tutar ne yazık ki gelir vergisi matrahına dahil edilmiştir.
Başka bir ifadeyle vergiden muaf tutulan bir ödeme vergiye esas kazanç hesabına
dahil edilmiştir. Bu durum ücretliler yönünden beklenen vergi yükünün azalması
sonucunu yaratmamıştır. Bu çerçevede, asgari ücret istisnası vergiden değil,
matrahtan indirim yöntemiyle uygulanmalıdır.
Vergi dilimi ilk
matrahı asgari ücretin yıllık kazancının altında olmamalıdır.
Gelir
vergisi tarifesinin ilk basamağının, geçmiş yıllarda olduğu gibi, yıllık asgari
ücret brüt tutarı toplamının (fazla mesai, yol, yemek, yakacak yardımları gibi
ek menfaatler de dikkate alınarak) bir miktar üzerinde tespit edilmesi, diğer
vergi tarifesi oranlarının da ilk dilim esas alınarak çalışan lehine
güncellenmesi gerekmektedir.
Vergi kesinti oranları,
işçinin ailesi, sosyo-ekonomik durumu göz önünde bulundurularak
düzenlenmelidir.
Vergi
düzenlemelerinde hanedeki kişi sayısı ve toplam hane geliri dikkate alınarak
yeniden yapılandırılmalıdır.
OECD
ülkelerinde ücret üzerindeki vergi dahil tüm yasal kesintilere baktığımızda
kişinin evli, bekar olup olmamasına ve çocuk sayısına göre önemli değişiklikler
göstermektedir. Örneğin; Fransa’da bekar ve çocuksuz bir kişinin ücretindeki
tüm kesinti oranı %47 iken 2 çocuklu, tek ebeveynli bir kişinin kesinti
oranının %20’ye düştüğünü görüyoruz. Oysaki ülkemizde yapılan yasal kesintiler kişinin
aile ya da medeni durumu ile çocuk sayısına göre değişmemektedir.
Vergi
düzenlemelerinde aile yükümlülüklerinin dikkate alındığı bir model
geliştirilmesi zorunludur.
İlk vergi dilimi
%10’dan başlamalıdır.
Vergi
matrahı -eskiden olduğu gibi- ücretli çalışanların lehine farklılaşmalı, asgari
ücret sonrası ilk vergi basamağı için uygulanacak oran da % 10 olmalıdır.
Zorunlu temel
harcamaların tüketiminden alınan KDV %1’e düşürülmeli, temel tüketim mallarından
alınan KDV sıfırlanmalı ve dolaylı vergilerin payı azaltılmalıdır.
İşçiler
hem kaynaktan kesilen doğrudan vergiler hem de harcamalar yoluyla dolaylı vergi
ödemeleri nedeniyle çifte vergilendirmeye tabi tutulmaktadır. Çalışanlar
üzerindeki doğrudan ve dolaylı vergiler azaltılmalıdır. Bu kapsamda, ailesiyle
birlikte yaşamını sürdürmesi için yaptığı temel ve zorunlu harcamaları (eğitim,
sağlık, kira, ulaşım vb.) ödenen gelir vergisinden istisna tutulmalıdır.
Harcamalarında ağırlıklı yer kaplayan doğalgaz, elektrik, su, ulaşım ve
iletişim hizmetleri tüketiminden alınan KDV oranı % 1’e düşürülmelidir. Temel
tüketim mallarından alınan KDV sıfırlanmalıdır.
İşçi SGK prim
kesintilerinin %5’i bütçeden karşılanmalıdır.
İşverenin
ödemiş olduğu sosyal güvenlik primi düşürülmüş ve buradan doğan milyarlarca
liralık gelir kaybı Hazine tarafından karşılanmaktadır. Ancak işçilerin sosyal
güvenlik priminde bir indirim yapılmamıştır. Sosyal devletin koruyucu vasfı
öncelikle düşük gelirli olan ücretli çalışanlar için olmalıdır.
İşverenlere sağlanan sosyal güvenlik prim desteğinin benzeri bir destek, işçilere
de verilmelidir. İşçilerin sosyal güvenlik haklarında bir kayıp yaratmayacak
şekilde işçi SGK prim payının 5 puanı bütçeden karşılanmalıdır. Böylece işçilerin
milli gelirden hak ettikleri payı almaları sağlanmalıdır.
Kayıt dışı istihdam
ile mücadelenin yolu sendikal örgütlenmeden geçmektedir.
Türkiye’de
kayıt dışı ekonominin büyüklüğü değişik hesaplamalarda yaklaşık %25 olarak
hesaplanmaktadır. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi nedeniyle, milli gelire oranla
%3 ile %11 arasında değişen oranlarda vergi kaybı söz konusudur.
Kayıt
dışı istihdam oranı ise %30 seviyesindedir. Kayıt dışı istihdam üretim
maliyetlerinin gerçek değerlerden oluşmasını engellediği ve varlık değerlerini
değiştireceği için ‘vergi matrahının aşınmasına’ neden olacaktır. Bu durum hem
vergi kaybına hem de sosyal güvenlik sistemine ödemelerin azalmasına neden
olduğu için kayıtlı çalışanların dolaylı olarak mali yükünün artmasına da neden
olacaktır.
Kayıt
dışı istihdamla mücadele etmenin en etkin yolu sendikal örgütlenmenin
artırılmasıdır. Emekçilerin haklarının güçlendirilmesi için sendikalaşma
önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
En düşük emekli
aylığı asgari ücret seviyesine çekilmelidir.
Ülkemizde
hem emekli olabilmek hem de emekli olarak insanca bir yaşam sürmek giderek
zorlaşmaktadır. Milyonlarca emekli ve hak sahibi asgari ücretin çok altında
aylık ve gelir elde etmektedir.
Geçmiş
yıllarda sosyal güvenlik mevzuatında yapılan değişikliklerle yaşlılık aylığının
hesaplanmasına ilişkin hükümler yeniden düzenlenmiştir. Yaşlılık aylığı bağlama
oranları düşürülmüş ve güncelleme katsayısı azaltılmıştır. En düşük emekli
aylığının hazine desteği ile 10 bin lira olması bu durumun vahametini
göstermektedir. Kanun teklifi ile öngörülen 12 bin 500 TL insani yaşam
standartlarının altında kalmaktadır. En düşük emekli aylığı asgari ücret
seviyesinde olmalıdır. Emekli aylıkları arasındaki dengesizliğin giderilmesi
için intibak düzenlemesi yapılmalı, aylık bağlama oranları eski düzeyine
çekilmeli, emekli aylıkları hesaplanırken ve artırılırken büyümenin tümü hesaba
katılmalıdır.
İlgili
kanun teklifinde yukarıdaki tespitlerimizin dikkate alınarak düzenlemeler
yapılmasını talep ediyoruz.
Ergün ATALAY |
Mahmut ARSLAN |
|
TÜRK-İŞ Genel Başkanı |
HAK-İŞ Genel Başkanı |
|
© 2021 HAK-İŞ Konfederasyonu